Ana içeriğe atla

Ödeve icabet/ ''Bir Ayrılık'' hakkında bazı mülahaza şamildir.

Tatile çıkılsaydı da aynı senaryo.

Filmin, isminden de ötürü her yerde ''Ayrılık'' hikayesi olarak yansıtılması söz konusu. Ana karakterimiz ve ailenin başına gelen hiçbir şey ayrılık temasıyla doğrudan uyuşmuyor. Anne karakterimiz eğer ki ilişki bunalımlarından, evlilik problemlerinden, kocasından şikayetlenmelerinden bıkmak yerine sıradan bir ''1 haftalık Paris'' tatiline gitseydi de aynı senaryo gerçekleşebilirdi.Yine bir bakıcı tutulmak zorunda kalınır, yine bu abla tutulur, yine araba çarpardı. Filmin ayrılık temasının işlendiği noktalar minik kavga sahneleri ki filmde kesinlikle bir kilit noktası yoktu- ve intro-outro sahneleriydi.

Ayrılık teması dışında filmin en büyük ayıbı bize sağlam bir aile portresi sunamamış olması. Filmin hiçbir yerinde Karı-Koca-Torun-Dede ilişkisini ne negatif ne pozitif veren bir sinerji alamadım. Alzheimer hastası bir baba ve başına onlarca iş gelmiş çaresiz bir oğul idi filmin esas unsuru. Bir aile trajedisini vermek istemiş yönetmen fakat ailenin yıkılmasına üzüleceğimiz bir nüans yaratmamış. Belki çocuklarının, ailesinin ayrılmasından muzdarip olduğunu 1-2 cümleyle izah ettirselerdi biraz empati yapabilirdim. Bütün hikaye boyunca Üniversite'de evini ayıran 2 ev arkadaşından ileri gidemediler. Alzheimer hastası bir babanın altına işemesi, konuşmayı unutması, oksijen tüpüyle oyuncak gibi oynanması, elleri bağlı bir şekilde terk edilmesi, tuvalette düşüp bayılması idi filmin tek izleyiciye empati yaptırıp izleyiciyi vuran noktası.

Spesifik bir mekan verildiğini hatırlamasam da Arap ülkelerindeki Kanun ve Din paralelliğini filmde gayet net yansıtmışlar. Hakimlerin bile yer yer dini haklardan konuşması, günah mefhumunun film boyunca akıcı bir şekilde yer etmesi, tüm kilit noktaların çözüldüğü o mutfak sahnesinin hizmetçi ablamızın yine kendince ''dini kaygı'' gütmesi yüzünden açığa kavuşmasıyla bir toplumun kanunlarla yürüdüğü kadar Din mefhumuyla da yürüdüğünü gösteriyor. Kur'an'a el basmak, Allah üzerine yeminler etmek hakimlerin önünde bile kanunun üstünde gösteriliyor. Toplumsal Otorite zaten Devlet değil Din.

Aile kavramının önemini, yıkılmasının bireylere nasıl zararlar vereceğini sadece final sahnesinde ailenin kızının kararını açıklayamamasıyla vermişler ki evlilik her zaman dünürleri de kapsar. Sık sık Anne karakterin ailesini görsek de söz konusu boşanma davasının herhangi bir etkisini dahi göremedik. Bu benim filmi izlerken defalarca filmin adını sorgulamama neden oldu. Filmin bütün olayını ''ayrılmakta olan bir kadının evini terk etmesi'' olayına bağlamışlar fakat senaryo o kadar ucuz ki kadının ayrılık kararı yerine tatile çıkma kararı vermesiyle de birebir uygulayabilirlermiş.

Anadilini bilmediğim için oyunculuklara tam olarak yorum yapamam, ha keza abartılı bir mimik kullanımı sadece Agresif Koca'da vardı. Diğer karakterler ekrana hüzünlü ev mahzun bir şekilde bakarak sakin oyunculuklarla verdi.

Hazır yenilerde GERÇEKTEN BİR AYRILIK HİKAYESİ anlatan Marriage Story filmi varken bu filmi ne keyfine ne de öylesine izlemek saçmaydı. Bölümümle kesinlikle uzaktan yakından alakası olmayan, hayatıma da bana da hiçbir şey katmayan, 2 saat 2 dakikamı çalan  ve izlediğim her dakika kötü kurgulanmış senaryosuyla ''ne zaman bitecek ya'' diye canımı sıkan bir film olmaktan ileri gidememiştir.

Marriage Story'de gerek Adam Driver gerek Scarlett Johanson oyunculuklarıyla, yazılmış en azından bana aile kavramının neye benzediğini, yıkılmasının kimlere nasıl zararlar yada kimlerin hayatlarında ne gibi tavır değişikliği verdiğini DÜZGÜN VE ANLAŞILABİLİR bir şekilde vererek böyle bir hikayenin nasıl anlatılması gerektiğini ortaya koydu. Marriage Story'deki mutfakta karı koca tartışması sahnesinde en azından karakterlerin neden boşandığını birbirlerini ne kadar iyi tanıdıklarını ve boşanma isteklerinin haklı olduğunu gayet iyi şekilde görebilirken Bir Ayrılık filmindeki mutfakta karı koca tartışması sahnesinde hatta tüm film boyunca ''Ya bilader sizin derdiniz ne ki yaa'' diye sorguladım.

Başarısız bir dram hikayesi, ucuz ve üzerine düzgünce düşünülmemiş bir senaryo, eksik karakter tahlilleri ve kesinlikle izleyiciye sebep sunmayan bir ayrılık hikayesi ve en beteri her yerde ''AYRILIK'' teması olarak tanıtılan bir filmde, esas olayın ayrılık değil başka bir olayın olmasıyla 10 üzerinden 5 bile düşündürtüyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tüyden Hafif Olurum Böyle Sabahlar

Umursamazlık başlar böyle havalarda bende. Ne iyi hissederim ne de kötü kendimi. Düşüncelerim olur sessiz sedasız. Sevdiğim yemekleri yemez olurum, karmakarışık bir şeyler olur içimde, uykusuz kalırım. Tüyden hafif olurum böyle sabahlar. Güneş misafirliğe gelir 9.kattaki evimin penceresinden içeri, kuşlar olur dışarıda bir yerlerde, cıvıldarlar bildikleri en güzel şarkıları.. Otomobiller, uçaklar, kediler, köpekler, ağaçlar, bitkiler, ekosistem, galaksiler, yıldız takımları, canlı yayın yapan İnstagram ünlüleri, futbola gönül verenler, muhasabe alanında kariyer yapanlar, sınavdan düşük alanlar, kilosu yüzünden hayata karamsar bakanlar, bakanlar, körler, sağırlar, şehir dışında oturanlar, ülkeden kaçamayanlar, teröre destek verenler, en hakiki milliyetçiler, LC Waikikide çalışan kasiyerler, sizler, benler, bizler, insan evladı, Adem ile Havva'nın soyu ve her şey. Tüyden hafif olur böyle sabahlar. Tatlı bir sonbahar sabahının kemiklerine kadar üşüttüren havasında vücudun...

Allahım Nasıl Bir Varlık Yarattın ?

''Sevgili Diane,  Benim  iyi bir insan  olduğumu söylemene ihtiyacım var. Bencil ve Narsist ve kendine zarar veren biri olabilirim ama tüm bunların altında, derinlerde bir yerde, Ben İyi bir insanım ve bana iyi biri olduğumu söylemene ihtiyacım var, Diane... Söyle, lütfen, Diane, iyi biri olduğumu söyle...'' Sarah Lynn? Sarah Lynn... Bu monolog, eğlencesine diye başlayıp daha sonra hayatımı sorgulatan bir animasyon diziye ait. Ben de iyi bir insan olmak, olduğumu bilmek, bunu fark etmek istiyorum. Öyle biri miyim yoksa öyle gözükmek mi istiyorum. Çok düşünüyorum ama karar veremiyorum. Şu hayatta pek bi' olayım yok. Dümdüz insanım. Default ayarlarımla sürdürüyorum hayatı. Bir şeyler kattım kendime elbette ama hala bir Sakıp Sabancı değilim ki eğer bir insan bir Sakıp Sabancı servetine sahip değilse o insan, insan değildir. Genellikle mutsuz, huzursuz; tatsız tutsuz; alakasız, fütursuz bir insanım. Düşünmeye bayılıyorum, iyi ki düşünüyorum. İYİ Kİ DÜŞÜ...

Platelefonik Aşk

Gregor Samsa bir sabah huzursuz düşlerinden uyandığında kendini bir platonik böceğe dönüşmüş olarak buldu.  Hayatın en güzel 5 yönünden biri aşık olabilmek. Şarkılara, insanlara, tablolara, manzaralara, kokulara, kitaplara... Bağımlılık ya da alışkanlık ile karıştırıyor insanoğlu bazen aşkı. Sevgili okur az ve öz kişilerdensin o yüzden itiraf edeceğim, ben de sevdim sandım bi' zamanlar.   Oysa benim de sevdalar geçti başımdan. Neden sevdim sandım ki bu insanı ? Tek yaptığımız şey muazzam kalitede samimi sohbetler etmek ve tatlı tatlı kıps'laşmalardı. O da öyle hissediyr muydu bilemeyeceğim hiçbir zaman ama sanırım öyleydi. Sonra gitti işte. Bi' anda böyle ''TAK'' diye gitti.. ve kabul ediyorum ''mantıklı'' bi' gerekçe sunarak gitti, kızamadım. Tam burada  Lin Pesto- Fırtınalar  çalmalı. Hadi tıkla ve bi' yandan dinleyerek oku. Ben elimde telefonla ergenliğimin son demlerini yaşarken, o gitti. Gittikten sonra unutamadım...